Sadece üç aylık mezar yeri kalan Antalya’nın CHP’li belediye başkanı Mustafa Akaydın hükümet tarafından engellendiğini, çözümün ise ölülerin yakıldığı krematoryum olduğunu söyledi. Rektörlüğü ve ÜAK başkanlığı sırasında yaptıklarıyla da hükümet çevreleriyle takışan belediye başkanı Hürriyet'ten Faruk Bildirici'ye konuştu. Başbakan’a sitemini fıkrayla yapıyor: Sen beni tanimaysan ben seni hiç tanimayrum!
Başbakan'a fıkralı çözüm Başbakan, Antalya’ya gelir gelmez randevu istedim. Ne bana geri döndüler ne de bir mazeret bildirdiler. Geçen sene Altın Portakal davetiyemi elden vermek için de randevu istedim. Ona da mazeret bildirmediler. Bu kentin belediye başkanıysam beni kaale almayan başbakanı ben de kaale almıyorum; havaalanına karşılamaya gitmiyorum kardeşim. Öyle bir Laz fıkrası var, “Sen beni tanimaysan ben de seni tanimayrum...”
Bunun ayıbı kültür bakanına iat Bundan sonra, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı karşılayacağımı da sanmıyorum. Çok ayıp etti çünkü. Ertuğrul Günay’a davetiye götürdüm, Emir Kusturica konusu açıldı. “Kusturica konusunda sorun yaşayabilirsin, gelmeye çalışacağım” dedi. Tam festival başlarken demeç veriyor, “Halkın bu tepkisi göz ardı edilemez” diyor. Bu ayıp. Baştan söyleseydi gelmeyeceğini. Her provokasyonu anlıyorum da buna bir kültür bakanının alet olması kabul edilir bir şey değil. Altın Portakal eğer hiç tartışılmazsa işlevini yerine getirmemiş olur. Bunlar, önemli bir organizasyon olduğunu işareti. Kusturica’ya gösterilen tepki ve onun ülkesine geri dönmesi Türkiye adına iyi bir puan yazdırmadı bize. Bunun ayıbı da kültür bakanına ait.
Benim kaliteme yakışmadı ‘Yaparsa hoca yapar’ sloganını İstanbul kökenli Fayda Ajans seçti. Başarılı da oldu, çok tuttu bu slogan. Fakat selefim için “Menderes Türel eskiden rakı içerdi şimdi niye ayran içiyor” yazılı insörtler de bu ajansın ayıbı. İstanbul’da olduğum bir sırada dağıtılıyor. Duyduğumda çok sinirlendim ama basılıp gitmişti. Fakat Menderes’in davayı kazanmasını anlamış değilim. Bir iftirada bulunmadım ki. Olay gerçek. Burada hiciv var, hakaret yok. Ama benim kalitemde bir insan, rakibinin bu özelliğini propaganda malzemesi yapmamalıydı. Bana yakışmadı. Devir teslim töreninde de tam Menderes Türel’i makam arabasına bindirip uğurlayacağım sırada bir müzik başladı, yuh yuh. Beni çok üzen iki siyasi anı budur. İkisi de kontrolüm dışında oldu.
Mezarlık sorunu İktidardan engelleme görüyorum Mezar yeri krizini çözemedik. İktidardan engelleme görüyorum. Mevcut mezarlıklar üç ay sonra bitiyor. İnsanlara, “Ölünüzü Karadeniz’deki gibi evinizin bahçesine gömün” diyemeyiz. Bir buçuk yıldır valilikle, Orman Genel Müdürlüğü ile yazışmalar yaptık. Sonunda Aksu’da bir yer için “Olur” dediler ama şimdi, “Hayır, bu yer de olmaz” deniyor. Krematoryum da aklımdan geçti ama onu söyleyince başıma gelecekleri biliyorum. Aslında doğru çözüm o ama Müslüman bir ülkedeyiz.
Babam Bir iftira yüzünden generallikten vazgeçti Asker çocuğuyum. Babamın şark görevlerini ben doğmadan önce tamamlaması şansım oldu. Çocukluğumda ilk sekiz seneyi İstanbul’da geçirdim. Ailede üzerime titrerlerdi, üç kardeş ama tek oğlandım. Üçüncü kardeş ara soğutmalı olarak Tahran’da geldi. 11 yaş var aramızda. Babam askeri müşavir olarak 61-63’te Tahran’daydı. Oradayken bir iftiraya uğradı. Aklandı ama bunu onur meselesi yaptı generalliğine bir yıl kala istifaen emekliye ayrıldı. Ankara’da bir ekmek fabrikası çalıştırdı. Politikaya atıldı ama 65’ten 83’e kadar hiçbir seçimi kazanamadı. 83’te HP’den milletvekili oldu. Babamın 59-69’taki görevi nedeniyle Üsküdar’da otururken her gün evimizin önünden mızıka takımıyla birlikte askeri ortaokul öğrencileri geçerdi. Ben yedi-sekiz yaşındayım. Onlara imrendim, asker olacağım diye tutturdum. Ama babam istemedi asker olmamı. “Askerlik meşakkatli ve vefasız meslek oğlum” derdi. Güzel bir tahsil hayatı geçirdim.
Çocukluğum Dedem Züğürt Ağa’ya benzerdi Çorum’da dedemin çok hoş bir çiftlik evi vardı. Yaz aylarında orada güzel vakit geçirirdik. Harmana katılırdık; düven, biçerdöver sürerdik. Yalaktaki suya yatırdığımız karpuzu taşta kırar sadece göbeğini yer gerisini hayvanlara verirdik. Şehrin içinde de üç katlı güzel bir konak vardı. Ak Partili belediye başkanı, ‘Veli Paşa Konağı’ adıyla orayı Çorum’a kazandırdı. Hakikaten gururlandım. Dedem kısa boylu, fötr şapkalı, Züğürt Ağa tipine uygun bir adamdı. Baba tarafı da aynı mahalleden. Daha muhafazakar, tarikat ehli bir dede... Annem 14-15 yaşında silah kuşanıp Çorum’da özgürce at sürebilen bir kadın.
Fen lisesi Arkadaşlık ilişkimiz özeldir Ankara’da, TED’den sonra Fen Lisesi’ne girdim. Fen lisesi özel bir modeldi, ablam ilk, ben üçüncü mezunuyum. Mustafa Ökten isminde öğretmenlik yeteneği çok yüksek bir hocamız vardı. Bize biyolojiyi sevdirdi. Lise 1’in sonunda biyolojik bir alan diye kendime tıp hedefi koydum. Fen liselilerle ilişkiyi hala sürdürüyorum. Arkadaşlık ilişkilerimiz çok özeldir. İki yılda bir mutlaka görüşürüz. Kızım Amerika’ya yüksek lisansa gittiğinde fen liseliler hemen, “Ece’ye ne yapabiliriz?” diye harekete geçmişti.
Sosyal demokratlık Polisi acil servisten kovdum adım faşiste çıktı 68 ile 78 arası bir kuşaktayım. Hacettepe’de sosyal demokratlara yakındım. Sınıfta bazen kavga çıkardı Dev-Gençliler, İGD’lileri döverdi, biz sosyal demokratlar arada kurtarırdık. Çizgim hiç değişmedi. Düşünce sistemim aynı. Tıp fakültesinin ilk yıllarında cerrah olmayı kafama koymuştum. Cerrahi, maceralı bir iş. Maceracılık var ruhumda. Cerrahi hızlı karar vermeyi ve risk almalı gerektirir. 12 Eylül öncesi olayları, cerrahideki iyi eğitimimizde önemli rol oynamıştır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde o zamanlar harp cerrahisi yapıyorduk. Abidinpaşa’daki silah seslerine göre ameliyathaneyi hazırlardık. Bize ülkücüler gelirdi Hacettepe’ye de solcular. Acil serviste nöbet tutuyorum, bir polis girdi, “Hocam, faşistler, devrimci bir kardeşimizi yaralamışlar buraya geliyor sizi haberdar ediyorum” dedi. Çok sinirlendim, polisi kovdum, “Sana ne faşistinden komünistinden” diye. Bir yaralı geldi ilgilendik ama o polis, üniversitede ‘faşist’ diye adımı yaymış. Herkes biliyordu kafa yapımı.
Mehmet Haberal
Silivri’ye ziyaretine gitmeyerek ayıp ettim Ankara Üniversitesi’nde böbrek naklini başlatan ekibin üyesiyim. Tuncer Karpuzoğlu hocamızla birlikte Akdeniz Üniversitesi’ni kurmaya geldik buraya. Keçilerin otladığı o alanda kurduğumuz üniversiteye bakınca gurur duyuyorum. Son organ naklime 2003’te girdim. Rektörlüğüm sırasında güzel bir organ nakli ekibi kurduk. Antalya sanırım şu anda dünyanın en çok böbrek nakli yapılan şehridir. Mehmet Haberal, Hacettepe’de başasistanımızdı. Sonra organ naklinde rakip gruplardan olduğumuz için çekiştik. 1987’de Türkiye’nin ilk çok merkezli organ paylaşımını yaptık. İlişkilerimiz tatlı bir havaya girdi. Bir ayıbım var. Haberal, Ferit Bernay, Fatih Hilmioğlu, Mustafa Yurtkuran’a ziyarete gidemedim. Ama onlar beni affetti sonra. Rektör seçiminden itibaren beni de Ergenekon’a yamamaya çalıştılar. Bir şey bulsalar gözümün yaşına bakmazlardı. Haberal’ın durumu çok üzücü. Ben o rektör arkadaşlarımın suçlu olduğuna inanmıyorum.
YÖK Başkanı Yusuf Ziya’nın başkanlığı Türkiye için cezadır Türk üniversitelerinin bir yıl süren şanlı direnişini yaratmada Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) başkanı olarak önemli katkım vardır. Bizim zamanımızda ÜAK toplantıları tartışmalarla geçerdi. Şimdi hepsi kapıkulu gibi oldu. Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK Başkanlığı, Türkiye için cezadır. Özcan’ın ilk suçu benim ÜAK başkanlığıma rastladı. Şimdi de yaptığı gibi, “Türbanlılara müsaade edeceksiniz” diye denedi. Ben de ÜAK’ı toplantıya çağırdım. 28 Ocak 2008 günü beni telefonla tehdit etti Yusuf Ziya. “Bu toplantıyı yapma. Ben rektörlerin çanına ot tıkamayı bilirim” dedi. Ben de “Ağzından çıkanı kulağın duysun. Bu söylediğin bir tehditse bana sökmez” dedim. TC’ye karşı ayıplı bir YÖK başkanıdır. İstanbul Üniversitesi’ne verdiği emir alenen suçtur. CHP’nin, ‘türban sorununu çözeriz’ diyerek bu ortamın hazırlanmasına katkıda bulunduğu da doğru.
Rektörlük Demirel “gazi rektör” dedi Gül atamadı Açık söyleyeyim yeniden rektör atanmama yüzde 50-50 diye bakıyordum. Üniversitede en yüksek oyu aldım, şaşırtıcı şekilde YÖK’ten de birinci çıktım. O mülakattan sonra Süleyman Demirel’i Güniz Sokak’taki evinde ziyarete gittim. “Gazi rektör Mustafa hoş geldin” diye karşıladı ve “Cumhurbaşkanı seni atamak zorunda” dedi. Ama Gül atamadı. 1 Aralık 2008 günü Deniz Baykal telefon etti. “İstifa etmeyi düşünür müsünüz?” dedi. “Devlet memurluğundan istifa edeyim ama düşünmek için 48 saat müsaade istiyorum” dedim. O gün benim için özel bir gündür, 40 yıllık çok sevdiğim çatıdan iki saatte ayrıldım.
Eşim Özünde özel bir hayat arkadaşlığı Eşim Günseli ile üniversiteden sınıf arkadaşıyız. Tesadüfen Ankara Fen Lisesi’nde aynı koridorda okumuşuz ama o zaman birbirimizi fark etmedik. Üniversitede ilk o görmüş beni. “Başımı çevirdim mavi gözlerini gördüm, etkilendim” diyor. Bana şiirler de yazmıştı. Epey sanatsal denemeleri vardır. En son takı merakı var, ondan önce resim vardı. O da dahiliye uzmanı. Evlilik olarak 76’dan bu yana 34 yıl. Özünde özel ve yakın hayat arkadaşlığı diyelim. Çocukların isimleri Ece ve Ateş. Torunumuz da var Amerika’da.
Hayvanlar
Maaşımın yarısı hayvan sevgisine gidiyor 1999’da Antalya’ya 30 kilometre uzakta bir ev aldık. Üç-dört dönüm toprak üstünde 200 metrekare. İçinde köpek, tavşan, güvercin, sülün, keklik, bıldırcın, inek gibi hayvanlar var. Hayvan sevme hobisi eşimde benden daha güçlü. Belediye başkanlığından aldığım maaşın yarıya yakını hayvan sevgisine gidiyordur. Sokak köpekleri konusunda merkezi yönetimden destek alabilirsem doğal yaşam hayvan parkı kurmak istiyorum. Kentteki tüm sahipsiz hayvanları orada doğal ortamda buluşturmak istiyoruz. O olmasa da birkaç senede sokak köpekleri sorununu kontrol altına alacağız. Bir de Muratpaşa’da bir köpek parkı açtım. Köpekler için tahterevalli, tünel, salıncak gibi güzel özellikleri var.
Siyaset
Hastalarımın gözünde bir idolüm 1969’da lisede Amerikan modeli bir yetenek değerlendirme testi yaptılar. Uygun meslekler okul doktoru ve politikacı çıkmıştı. Doktor oldum, profesör oldum, üniversite hocalığı yaptım, politikacılık da nasip oldu. O test tuttu yani. Yıllıkta da arkadaşlar politikaya yatkınlığımı yazıyorlardı. Hastalarımın gözünde hala bir idolüm, rektörlük gibi bir işi güzel yaptığıma inanıyorum. Bugün de belediye başkanlığını en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Sağlığım elverirse, ben ve halk isterse bir daha talip olabilirim. Bunun ötesinde bir beklentim yok. “Genel siyasette rolün olsa ne olmak istersin” deseler, “milli eğitim bakanı” derim.
“Telefonumda King oyunu var, fırsat bulunca arabada falan oynarım. Brici çok severim. Bazı hafta sonları Karayolları lokalinde yarım saat oynarım. En büyük kaçamaklarımdan biri bu. Çok muzırlık yaparım. Bir gün erken saatte Ankara yolculuğuna çıktık. Hanım uykusunu alamamış, gözleri kapanıyor. Bir yandan da beni konuşturup uyanık tutmaya çalışıyor. Biraz sonra hanım tam uykuya dalarken “Hırrhh?” diye bir horlama sesi çıkardım gözlerim de kapalı, aradan bakıyorum. Hanım panikledi. “Mustafa Mustafa” diye atladı üstüme. Şaka yaptığımı anlayınca çok sinirlendi. Bu, yatılı okul alışkanlığı. Ankara Fen Lisesi’nde de Hababam sınıfını aratmazdık. Okuldaki lakabım ‘Gıcır’dı. Şimdi CERN’deki Türk Profesör Samim Erhan’ı halatlarla pencereden aşağı sarkıtmıştık. Bizi çok kızdırıyordu. Belletmen de geldi yok yazdı Samim’i. Bir saat cezalıydı...”
Kaynak: ensonhaber |