Ne zaman yolum Metris’e düşse, önünden geçsem, yüreğim daralır nefesim kesilir gibi olur.
Bin bir acının her türlü işkencenin yaşandığı Metris’e küser, o taş duvarlara çoğu kez istesem de bakamam. Yüksek taş duvarların ardında hayal meyal gözümde canlanan askerlerin dört bir yandan 12 Eylül cuntasının mahpus damlarında işkence ettiği evlatlarından bir haber almaya gelen insanlara kalkmış coplarının inişini o insanların feryatlarını duyacak gibi olurum.
Seksenli yılların başında tek şeritli toprak yolda korkudan birbirini sarılmış; evlatlarını merak eden insanların hüzünlü bir o kadarda dramatik hikâyelerini tekrar yaşamak tansa iki yumruğum camda öylece kahrolur bir an önce oradan uzaklaşıp kaçmak isterim. Çoğu defa da sessizce ağlayasım gelir.
Hala içimden bir ses o duvarların bana dönüp konuştuğunu, çok şeyler fısıldamak istediğini anımsatır. Sanki yüzyıllık bir yalnızlığın bekleyişi ile son defa kucaklaşıp ayrılmak istercesine gözlerimin içine bakar.
Geçmişe dönmekten o acıları tekrar yaşamaktan, hasret kaldığım uykunun en güzel yerinde ansızın uyandırılıp işkence odalarına gitmekten korkuyorum anne.
Elimizde birkaç kitap birkaç kilo portakalla ziyarete gittiğimiz Metris çoğu kez bizlerin yaşamına içerde yaşayanlardan daha fazla acılar kattı.
Henüz Metris türküsü yazılmamışken, Karadeniz kahvesinin ağaç sandalyelerinde uykulu gözlerle ziyaret saatini bekleyen insanların yaşam öykülerine ortak olduk. Kimdir? Nereden gelir? Kimi arar? Bir iki sohbetten sonra sıkı bir dost olur kaynaşırsınız. Belki de aynı koğuşta aynı ranzada ölüm orucunu paylaşmıştır sevdiğiniz iki onurlu insan. Belki de o anda en son çaredir dayanışmak.
Birbirinize sokulup kucaklaşır sanki uzaklardan gelmiş çok eski iki dost gibi acıları paylaşır, bölüşürsünüz. Her biri ayrı öykülerini anlatır, hafızalarınızdan yıllar sonra bile silmeniz mümkün olmaz.
En büyük korku ise ölüm haberi almaktır.
Kim bilir? Dün gece kaç kişi işkenceden geçirildi falakaya yatırılıp elektrik verildi. Kim bilir, gece yarılarında kaç koğuş basıldı, insanlar yerlerde sürüklendi? Sorgusuz sualsiz.
Seni bir daha göremeden, karanlık hücrelerde senin hayalinle ölmek ne zor şey anne.
Gece yarılarında hücremin kapısına her dakika vurulan tekmelerden korkuyorum.
En çok da bu karanlığın ortasında bir serçenin kanat çırpışını özledim anne.
Metrisin önünde durmak, hasreti yere vurmakta kolay değil.
Bir manga asker ellerinde coplarla kahvenin kapısında iki kişinin bir arada durmasına asla tahammül edemez. Bir anda coplar kalkar sandalyeler devrilir ortalık toza dumana karışır. Kimse bir anlam veremez olanlara. Yine de sevecenlikle bakarlar oğulları yaşındaki askere niye diye asla sormazlar
Her ziyaret öncesi bir kâbus çöker ziyaretçilerin üstüne. Bir söylenti keskin bir bıçak gibi ansızın böler zamanı. Dün gece olan isyandan, işkenceye yatırılandan her şeyden haberdar olurlar. Kaç kişi ölüm orucunda can vermiş kaç kişi revire kaldırılmış.
Korkuyorum anne. Seni böyle üzgün görmekten, beni bu halde görmenden korkuyorum.
Tek sıra halinde uygun adım yürüyen altmış yetmiş yaşında ki insanların arasında nizamiyeden koğuşlara tek sıra halinde uygun adım yürürken zamanın nasıl bu kadar çabuk geçtiğini yaşamınız boyunca asla unutmazsınız. Getirdiğiniz meyvenin çöpe atılmasını, kitapların sayfalarının yırtılmasını ve size yapılan hakaretleri hiç mi hiç umursamazsınız.
Nihayet paslı sürgülerin ardından çifte kilitli demir kapılar açılır. Karşınızda duran, boş gözlerle size bakan kişinin yaşayıp yaşamadığını dahi anlamazsınız. Askerlerin kollarından zorla ayakta tuttuğu onuru için ölüm orucunda ki bu insanlara doya doya bakmak istersiniz. Çoğu zamanda arkada ki duvara insan kanıyla gelişigüzel çizilmiş bir bayrak resmine takılır gözleriniz. Ama yüreğiniz sizden ayrı düşünür, hıçkırıklara boğulur onu çok sevdiğinizi dahi söylemeye fırsat kalmadan askerlerin demir çubuklarla kapılara vurduğunu duyarsanız. On dakika dolmuştur bile siz farkında olmadan.
Korkuyorum anne bunca zamanlık hasrete on dakika nedir ki, sana hoşça kal bile diyememişken.
Ne zaman Metris’in önünden geçsem işkenceden geçmiş, ölüm oruçlarında can vermiş onlarca insan gözlerimin önünde canlanır. İnsanlık onurunun yok olduğu, işkence yapanların kral olduğu dönem belki de çok gerilerde kaldı. Metris’in önüne çekilen o yüksek duvarlar sanki bir suçluluk duygusu içinde insanlık adına 12 Eylül faşizminin izlerini bir utanç duvarı misali saklamak için uzayıp gider yol boyunca.
Yarın 12 Eylül.
Korkuyorum anne
Gece yarılarında işkenceye gitmekten, karanlık hücrelerde ışıksız yaşamaktan korkuyorum.
Utanıyorum anne, en çok da bunca işkenceyi yapanların insan olmasından..
Saban_kutlu_1963@hotmail.com
Ne zaman yolum Metris’e düşse, önünden geçsem, yüreğim daralır nefesim kesilir gibi olur.
Bin bir acının her türlü işkencenin yaşandığı Metris’e küser, o taş duvarlara çoğu kez istesem de bakamam. Yüksek taş duvarların ardında hayal meyal gözümde canlanan askerlerin dört bir yandan 12 Eylül cuntasının mahpus damlarında işkence ettiği evlatlarından bir haber almaya gelen insanlara kalkmış coplarının inişini o insanların feryatlarını duyacak gibi olurum.
Seksenli yılların başında tek şeritli toprak yolda korkudan birbirini sarılmış; evlatlarını merak eden insanların hüzünlü bir o kadarda dramatik hikâyelerini tekrar yaşamak tansa iki yumruğum camda öylece kahrolur bir an önce oradan uzaklaşıp kaçmak isterim. Çoğu defa da sessizce ağlayasım gelir.
Hala içimden bir ses o duvarların bana dönüp konuştuğunu, çok şeyler fısıldamak istediğini anımsatır. Sanki yüzyıllık bir yalnızlığın bekleyişi ile son defa kucaklaşıp ayrılmak istercesine gözlerimin içine bakar.
Geçmişe dönmekten o acıları tekrar yaşamaktan, hasret kaldığım uykunun en güzel yerinde ansızın uyandırılıp işkence odalarına gitmekten korkuyorum anne.
Elimizde birkaç kitap birkaç kilo portakalla ziyarete gittiğimiz Metris çoğu kez bizlerin yaşamına içerde yaşayanlardan daha fazla acılar kattı.
Henüz Metris türküsü yazılmamışken, Karadeniz kahvesinin ağaç sandalyelerinde uykulu gözlerle ziyaret saatini bekleyen insanların yaşam öykülerine ortak olduk. Kimdir? Nereden gelir? Kimi arar? Bir iki sohbetten sonra sıkı bir dost olur kaynaşırsınız. Belki de aynı koğuşta aynı ranzada ölüm orucunu paylaşmıştır sevdiğiniz iki onurlu insan. Belki de o anda en son çaredir dayanışmak.
Birbirinize sokulup kucaklaşır sanki uzaklardan gelmiş çok eski iki dost gibi acıları paylaşır, bölüşürsünüz. Her biri ayrı öykülerini anlatır, hafızalarınızdan yıllar sonra bile silmeniz mümkün olmaz.
En büyük korku ise ölüm haberi almaktır.
Kim bilir? Dün gece kaç kişi işkenceden geçirildi falakaya yatırılıp elektrik verildi. Kim bilir, gece yarılarında kaç koğuş basıldı, insanlar yerlerde sürüklendi? Sorgusuz sualsiz.
Seni bir daha göremeden, karanlık hücrelerde senin hayalinle ölmek ne zor şey anne.
Gece yarılarında hücremin kapısına her dakika vurulan tekmelerden korkuyorum.
En çok da bu karanlığın ortasında bir serçenin kanat çırpışını özledim anne.
Metrisin önünde durmak, hasreti yere vurmakta kolay değil.
Bir manga asker ellerinde coplarla kahvenin kapısında iki kişinin bir arada durmasına asla tahammül edemez. Bir anda coplar kalkar sandalyeler devrilir ortalık toza dumana karışır. Kimse bir anlam veremez olanlara. Yine de sevecenlikle bakarlar oğulları yaşındaki askere niye diye asla sormazlar
Her ziyaret öncesi bir kâbus çöker ziyaretçilerin üstüne. Bir söylenti keskin bir bıçak gibi ansızın böler zamanı. Dün gece olan isyandan, işkenceye yatırılandan her şeyden haberdar olurlar. Kaç kişi ölüm orucunda can vermiş kaç kişi revire kaldırılmış.
Korkuyorum anne. Seni böyle üzgün görmekten, beni bu halde görmenden korkuyorum.
Tek sıra halinde uygun adım yürüyen altmış yetmiş yaşında ki insanların arasında nizamiyeden koğuşlara tek sıra halinde uygun adım yürürken zamanın nasıl bu kadar çabuk geçtiğini yaşamınız boyunca asla unutmazsınız. Getirdiğiniz meyvenin çöpe atılmasını, kitapların sayfalarının yırtılmasını ve size yapılan hakaretleri hiç mi hiç umursamazsınız.
Nihayet paslı sürgülerin ardından çifte kilitli demir kapılar açılır. Karşınızda duran, boş gözlerle size bakan kişinin yaşayıp yaşamadığını dahi anlamazsınız. Askerlerin kollarından zorla ayakta tuttuğu onuru için ölüm orucunda ki bu insanlara doya doya bakmak istersiniz. Çoğu zamanda arkada ki duvara insan kanıyla gelişigüzel çizilmiş bir bayrak resmine takılır gözleriniz. Ama yüreğiniz sizden ayrı düşünür, hıçkırıklara boğulur onu çok sevdiğinizi dahi söylemeye fırsat kalmadan askerlerin demir çubuklarla kapılara vurduğunu duyarsanız. On dakika dolmuştur bile siz farkında olmadan.
Korkuyorum anne bunca zamanlık hasrete on dakika nedir ki, sana hoşça kal bile diyememişken.
Ne zaman Metris’in önünden geçsem işkenceden geçmiş, ölüm oruçlarında can vermiş onlarca insan gözlerimin önünde canlanır. İnsanlık onurunun yok olduğu, işkence yapanların kral olduğu dönem belki de çok gerilerde kaldı. Metris’in önüne çekilen o yüksek duvarlar sanki bir suçluluk duygusu içinde insanlık adına 12 Eylül faşizminin izlerini bir utanç duvarı misali saklamak için uzayıp gider yol boyunca.
Yarın 12 Eylül.
Korkuyorum anne
Gece yarılarında işkenceye gitmekten, karanlık hücrelerde ışıksız yaşamaktan korkuyorum.
Utanıyorum anne, en çok da bunca işkenceyi yapanların insan olmasından..
Saban_kutlu_1963@hotmail.com
|