“Zübüklük, Aziz Nesin'in 60'lı yıllardaki kitabıyla “nam” salmıştı. Nesin, kitabında“Zübük” tarifini şu şekilde özetlemektedir:
Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor: Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.”
Zübüklük, insanın yaşı ilerledikçe gelişen bir özellik olmasa gerek. Hani derler ya;“yedisinde neyse, yetmişinde o'dur.” Ancak zübüğün mevkisi yükseldikçe etki derecesi artabilmektedir. Tabii ki belli bir makam ya da mevkiye gelince, içindeki zübüklük adeta bir fırtınaya dönüşmektedir.
Aziz Nesin'in ifade ettiği gibi; bazılarımız, çevremizdeki zübüklere, kendi zübüklüğümüzden dolayı prim vermekteyiz. “İşimiz görülsün de!” anlayışı, ne yazık ki zübüğün beslendiği en önemli can damarını oluşturmaktadır. Elbette ki zübüklerden yararlanmak gerekiyor!
Akıllı yöneticiler, zübüğün dizginlerini kontrol ederek, istediklerini yaptırabilirler. Ama; ya yönetici de zübükse?..
İşte böylesi bir zübük yöneticinin egosunu nasıl “tatmin ettiğine” bakacak olursak:
· Karnından konuşur. Karnından konuştuklarını duymuyorsanız, kabahatli siz olursunuz.
· “Tavşana kaç tazıya tut” der. Tavşanın kaçmasını, tazının tutmasını başkalarının istediğini söyler. Oysa “senarist” ta kendisidir.
· Kendi tasarruflarıyla yaptığı olumsuz eylemleri, daima “başkalarına yıkarak” Zeytinyağına benzer dersek; o kutsal yağa hakaret etmiş oluruz!
· Kendisi “dünya tatlısı” sanki bir “melek”tir ve hatta herkesin ilgi odağıdır.
· Sürekli olarak “önemli işler peşinde koştuğunu” söyler.
· Hep ama hep “çok yoğundur”
· “Diplomatik”tir. Anında çark edebilir.
· Sürekli “makamına” sığınır! Ve hep “makamını” konuşturur!
· Yöneticilik onun için bir “emzik” gibidir! Emziği elinden alınırsa “düşürmüştüm” der!
· Yöneticiliği “mecbur kaldığı için” yaptığını söyler.
· Çevresindekileri kendi çıkarları uğruna kullanmayı çok sever.
· “Takiye yapmakta” eline kimse su dökemez.
· Etrafında yalakası da çok olur. “Kendisinin ne muhteşem bir şahsiyet olduğunu” söylemelerinden büyük keyif alır.
- Kendisinden üst makamlarda bulunanlarla fotoğraf çektirmekten fayda umar.
- Kendisini sever hatta kendisine aşıktır…
Ve bütün bunları yaparken de kimsenin bir şey anlamadığı, fark etmediğini zanneder. Çünkü “tek akıllı” kendisidir!
Bu nedenle de zübüklüğe devam eder durur. İflah olur mu bilemiyorum! Çünkü becerilerinin neredeyse tamamı “doğuştan” gelmektedir.
Böyle bir “zübük yönetici” tarifine uyanı bulmak çok zor değil, zira seçim dönemlerinde sıkça rastlanır.
Aziz Nesin bile böylesi bir zübüğü “tahayyül” etmemiştir!
Ettiyse de affetsin!
Şimdi; “Bu konunun Görele ile ne ilgisi vardı?” diye sorabilirsiniz.
Elbette Görele ile hiçbir ilgisi yoktur!
“O zaman niye böyle bir yazı yazdın?” diye sorarsanız, cevabım: “Zübüklük olsun (!)” |