Bir eğitimcinin “balık” yazısı yazması yadırganabilir. Doğrusu, bir kanca üç-beş kulaç misina ile iskelede iki kıraça, dört mezgit yavrusu yakalamış olmak o kişiye balık konusunda ahkâm kesme hakkı vermez.
Ama ben daha fazlasını yaptım. 13 yıl, altı metrelik kendi teknemle zor bir denizde iç-içe oldum. Kalkandan iri istavrite, palamuttan kofanaya, kiloluk mezgitlere kadar, Karadeniz’in her tür balığını avladım.
Denizin üstü yetmedi dibe de daldım, kocaman mavrişgiller, karagözler, kefaller zıpkınladım.
Hiç ağ kullanmadım; balıkları, soyunu kurutasıya avlamadım; oltama takılan yavru balıkları, “git büyü de gel” deyip denize attım.
Bu denizin balık avlamadaki açgözlü aşırılığa daha fazla direnemeyeceğini az-çok tahmin ediyordum.
Bir gün limanda Kuloğlu’nun teknelerine sonar takan bir Japon teknisyenle konuştum. Adamın söylediği şuydu:
“Biz bu sonarları okyanuslar için geliştirdik; Karadeniz okyanusa göre havuz büyüklüğünde bir su birikintisi. Sonarla avlanmak bu denizi tüketir.”
Japon bunu söylediğinde iri istavrit zaten bitmişti. İzmarit nesli kurudu. Kötek balığı (minakop) yakalayıp iskeleye yanaşan dolu tekneler yıllardır görünmez oldular. Son yıllarda kaşıkla kofana yakalayana rastlamadım...
Japon, Karadeniz’in çok geçmeden kuruyacağını söylerken falcılık yapmıyordu.
Sonar öyle bir alet ki, takıldığı gemiyi merkez yapan 800 metre alanı çepeçevre tarar, birkaç denemeden sonra balık türlerini bile tanır ve ayırt edersiniz. Çapı 1600 metre olan bir alanı 70 kulaç derinliğe kadar kontrol edersiniz. Sereceğiniz ağ oldukça ince gözlüdür ve ne bulursa toplar.
Karadeniz’de av mevsimi açılınca yolu gözlenen ilk balık palamut olur, ardından hamsi gelir, şanslıysanız lüfer de yakalarsınız.
Balık avcılığında doğru olan, her türü kendi ağı ile yakalamaktır. Bunu yapmaz, hamsi ağını bütün mevsim kullanırsanız Japon’un dediği olur, Karadeniz’i intihara sürüklersiniz.
Diyelim ki, lüfer geçişleri başladı. Bu 28-35 santim arası bir balıktır. İnce gözlü ağ kullanırsanız lüferin yanında yavruları defneyaprağı, çinakop ve sarıkanatı da yakalarsınız ve yasak avlanmış olursunuz. Bunları satın alıp ızgarasını yemenin tadına doyum olmuyor ama gerçekte yapılan, lüfer ve kofananın ruhuna Fatiha okumak oluyor.
Önlem var mı? Var; yasa yapılıyor, kontrol getiriliyor. Ama kontrol eden yok!
Bu mevsim önce palamut vonozlarıyla başladı, resmen açılınca da lüferin en küçüğü olan defneyaprağı çıktı. Hani yavruları tutmak yasaktı?
Bu yıldan başlayarak Tarım İl ve İlçe Müdürlüklerinin vereceği “Balık Nakil Belgesi” almadan balık taşınamayacakmış. Demek ki kontrol yüklemede başlıyor. İyi de yavru lüferler pazara nasıl çıktı? Bu, yasanın nasıl uygulandığını göstermiyor mu?
Boşuna “Yasa örümcek ağı gibidir; sinekler takılır, eşek arıları deler geçer” dememişler.
Bir de fiyat belirleme var. Denizcilere göre hamsi tekneden 75 kuruşa çıkıyor fakat tezgâhta 5 lira oluyor ve aracılar kazanıyor. Belli ki rekabet yok; fiyatlar tek elden belirleniyor.
|