Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “Bugünkü parlamentonun bir üslup sorunu var” demiş ve eklemiş: “Temiz dil kullanacaksın, hakaret olmayacak, yaralayıcı olmayacak. Yaralama değil, bazı konuşmalarda kan gövdeyi götürüyor!”
“Üslup” sözcüğünün buradaki anlamı, siyasi kişilerin ülkeyi yönetirken kullandıkları dil, anlatım biçimi ve konuşmalarındaki yol, yöntem tarz, stilidir.
Başkanın “kan gövdeyi götürüyor” demesi üsluplu konuşmasındandır. Aslında “ sövüp saymak sıradanlaştı; küfrün bini bir paraya indi; herkesin dili yılandili misali karşısındakini zehirlemeye ayarlanmış durumda” demek istiyor.
Ve halk düşünüyor, bu dile başvuranlar düşüncelerini, eleştirilerini, savunmalarını daha bilgili, daha teknik ve daha ikna edici biçimde yapamadıklarından mı kabadayı diline başvuruyorlar?
Ülkenin en seçkin, en üst seviyedeki kurumuna seçilenlerin sokak ağzı kullanması, ya üyelerinin seçimindeki hatadan ya da savundukları tezlerin çürüklüğünden kaynaklanıyor olabilir mi?
Başkan bunları kime söylüyor? Ortaya, sözü üzerine alması gerekenlere. Demek ki, boğazına kadar dolmuş. Hepimiz boğazımıza kadar dolduk ya.
Akla gelebilir, yukarılarda bir hiyerarşi, bir ast-üst durumu yok mu? Yok, çünkü o seviyede hata yapma beklenmiyor. Çünkü Anayasada herkesin görevi belli. Ve onlar artık seçkinler, örnek insanlar olmuşlardır, bilge kişilerdir ve bu ayrıcalıklı sıfatların gereği gibi davranmalıdırlar. Onlar barış içinde olmalıdırlar ki, halk da zıvanadan çıkmasın.
Elbet bir devlet protokolü var. Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı en üsttedir, Türkiye Cumhuriyetini temsil eder, son imzayı atar. Arkasından Meclisin seçtiği meclis başkanı gelir. Üçüncü sırada cumhurbaşkanının atadığı başbakan vardır. Anayasa mahkemesi başkanı dördüncü sıradadır...
Şimdi bu bilgileri okuyanlar içlerinden gülüyor, “sahi Cumhurbaşkanını cumhur mu, yani halk mı seçti; Meclis Başkanını Meclis mi seçti; milletvekillerini millet mi seçti” diye soruyorlar ve çok haklılar.
Ben, henüz daha iyisi bulunamayan Batı demokrasilerindeki devlet anlayışından söz ediyorum,
Dünyanın geneline baktığımızda farklı coğrafyaların ve kültürlerin, farklı devlet anlayışları olduğu; her birinin, devleti kendi sosyal yapısı, ideolojisi ya da çıkarları doğrultusunda biçimlendirdiği görülüyor.
Sonuçta demokratik devletin yanı sıra aşiret devleti, polis devleti, din ya da mezhep devleti gibi farklı yapılanmaların, kendi anlayışında olmayanlara dünyayı dar etmeleri, insanlığın kanayan yarası olup çıkıyor.
Burada en dindarlarımız bile şu çelişkinin tutsağı: Dil, din, ırk, renk ve kültür farklılıkları göze batıyor da, bunların hepsinin tek Yaratan’ı olduğu görmezlikten geliniyor.
Hani Yaratan’a itirazımız yoktu! Hani Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmek vardı! Sizden olmayana küfretmek milletin tercihine küfretmektir.
|