İlkokuldan liseye eğitimin her kademesinde çalıştım. O yüzden bu sayfalarda eğitim konularımıza sık değiniyorum.
Kendimizi Tanzimat’tan bu yana Avrupalı gördüğüm için Avrupa’nın bizimle ilgili eğitim değerlendirmelerine çok önem veriyor ve bunları zaman zaman sayfama taşırken OECD ve PISA sözcüklerini kullanıyorum.
OECD, “Ekonomik İşbirliği Kalkınma Örgütü” adının İngilizce baş harflerinden oluşmuş kısa biçimidir.
İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini azaltmak amacıyla kurulmuş, bugün demokratik Avrupa ülkeleriyle ABD, Kanada, Japonya, Avustralya Yeni Zelanda, Güney Kore, Meksika ve Türkiye üyedir.
Amacı üyeler arasında ekonomik, siyasal ve kültürel konularda işbirliği sağlamaktır.
PISA “Uluslar Arası Öğrenci Değerlendirme Programı” OECD üyesi ülkelerin eğitim sistemlerini karşılaştırmak; gelişmişlik ile eğitim ya da eğitim ile gelişmişlik arasındaki etkileşimi ölçüp değerlendirmek ve farkındalık yaratmak için üç yılda bir 34 ulus öğrencileri arasında yapılan sınavdır.
Sınavlar matematik, fen bilgisi ve okuma becerileri ölçümünü hedefliyor.
2012’de yapılan sınavın ilk beş sırasında Finlandiya, Güney Kore, Hollanda, Japonya ve Kanada bulunmaktadır; son sıradaki beş de Portekiz, İtalya, Yunanistan, Türkiye ve Meksika’dır.
Ayıbımızı, utancımızı ya da pişkinliğimizi görüyorsunuz. Sondan ikincilik!
Ve en kötüsü, her yıl biraz daha geri gidiyoruz!
Seviye Belirleme Sınavlarında 2010 yılından 2012’ye puan ortalamaları Türkçe’de 13,1’den 10,6’ya; fen bilimlerinde 6.76’dan 6.22’ye; yabancı dilde de 5.84’ten 4.51’e gerilediği saptandı. Yani eğitimimiz yıldan yıla kötüleşiyor.
Saptanan ilginç bir bulgu daha var: Öğrencinin evindeki kitap sayısı ile sınav sonuçları arasındaki bağ.
Çok kitap çok puan, hiç kitap yok puan!
OECD ülkeleri sınıflarında öğrenci ortalama sayısı 21.4’ken bizde 27.5’miş.
Hangi 27,5; biz 12 yıl köy ilkokullarında 5 sınıfı tek, iki ya da üç öğretmenle eğittik. Sınıf öğretmenliğim sırasında da hiç öğrenci sayım 40’a inmedi; dahası, bir lisenin son sınıfında 60’ın üstünde öğrencim bile oldu.
Rakamlara boğmak istemediğim için istatistik vermiyorum. Geçiş sınavlarına gelince seviye her yıl biraz daha düşüyor.
Yükseköğretime geçmek için 180 puan almak gerekir. 2010 sınavında adayların %82,9’u bu puanı aldılar fakat 2013 sınavında başarı % 68,3’te kaldı.
Eğitim durumumuz bu ve bu istatistikler Eğitim Bakanlığından alınmıştır. Yani biliyorlar. Yorum yapmaya gerek var mı? Lafın tamamı deliye söylenir.
Bütün mesele öğretmen yetiştirmede düğümleniyor.
Cumhuriyet kurulduğunda hiç öğretmenimiz, hattâ yetişkin erkek nüfus bile kalmamıştı Türkiye’de. İlk öğretmen yetiştirme hamlemiz, ilkokulların en çalışkan çocuklarıyla kurulan Köy enstitüleri oldu. Bizim dönemimizde ortaokulun en çalışkanlarını devlet öğretmen okullarına aldı; öte yandan liselerin en çalışkanları Yüksek Öğretmen okullarında devlet eliyle öğretmen yetiştirildi ve Türk eğitimine bu kadro çağ atlattı.
Şimdi her kasabada bir eğitim fakültesi ve plansız programsız öğretmen yetiştiriliyor. Kalite mi? Dershaneler olmasa üniversiteler öğrencisiz kalacak.
Eğitim adına Yüzyılın projesi olarak övülen akıllı tahta projesi de bir işe yaramadı.
|