Yedi yaşımda okula gitmiş olmalıyım. 10 Kasım 1938’de ilkokul üçüncü sınıftaydım ama daha O’nun soyadının Atatürk olduğunu bile bilmiyordum.
Nerden bilecem gazete, sabit telefon, radyo, televizyon, lep-top ya da cep telefonunun biri bile yoktu ki evimizde...
Bütün öğretmenler ağlayınca ben de ağladım ve büyük bir dram yaşandığını hissettim. Ölenin çok büyük biri, bir masal kahramanı olduğunu düşündüm...
Sonra İsmet Paşa cumhurbaşkanı oldu ve İkinci Dünya Savaşı’nın acıları başladı.
Yirmi yaşlarına gelince demokrasi denilen bir şey olduğunu, cumhurbaşkanlarının değişmesi için ölmesinin beklenmediğini öğrendim. İnönü kenara çekilmiş,yerini Demokrat Parti iktidarına bırakmış, Menderes de beklemediği halde başbakan olunca alkışlayan milletvekillerine şaşkınlıkla “siz isterseniz şeriatı bile getirebilirsiniz” gibi kontrolsüz ve talihsiz bir lâf etmiş oldu. Şeriat zaten vardı; küçük kasaba ve köylerde şeriatla oturulup, şeriatla kalkılıyordu.
On yıl kadar sonra bir talihsizlik de asker yaptı, her seferinde demokrasimizin deneyim kazanmasına fırsat bırakmadı, onu ezdi.
Menderes’in idamı da o talihsiz sözü gibi, gereksizdi.
Sorumluluk ve olgunluğun ne olduğunu öğrendiğimde İnönü iktidarı teslim etmiş, Menderes asılmış, Celal Bayar yaş haddinden kurtarmıştı.
Cumhuriyeti Osmanlı askerleri kurmuştu. Bunlar okumuş ve donanımlı şehir burjuvazisiydiler. Bitip tükenmez savaşlar nedeniyle elde yetişmiş insan kalmamıştı.
Fakat Cumhuriyet’in toprağa attığı tohumlar boy verdi.
Ve bir Süleyman Demirel çıktı saf Anadolu toprağından. Artık genç cumhuriyet yetişmiş insan gücüne sahip oluyordu.
Demirel,Teknik Üniversite mezunu katkısız bir köy çocuğuydu. Şehir burjuvazisinin, “köylere okul yapılmasın, yarın köy çocukları okursa bizim çocuklarımızı idare etmeye kalkar” endişesi gerçekleşmişti.
Başbakan Demirel siyaset yaparken sözünü esirgemez ve öz konuşurdu. Protestocu gençler için, “yollar yürümekle aşınmaz” deyişi halâ kulağımda. Ama toma ile su sıkıp, çocukların ciğerine biber gazı doldurmadı.
Ordunun, silah gücüyle demokrasi getirme geleneğiDemirel’i de horana sokup alaşağı ettirdi.
Bugün 90’ına yaklaşmış Demirel, İnönü’den sonra en uzun liderlik yapmış ikinci siyasetçidir ve ülkemizde başbakan olup da dram yaşamamış hiçbir lider yoktur.
Karısı Alzheimer hastası olarak hastanende yatmaktadır. Yaşlı Demirel’in onu sık ve güçlük çekerek ziyaret ettiğini gören doktorlar uyarırlar: “Efendim o sizi tanımıyor..” diyerek daha az ziyarete gelmesini imâ edecek olurlar.
“Olsun, ben onu tanıyorum ya” der.Okuyunca gözlerim yaşardı.
Ve aklıma, vakt-ü zamanında Süleyman Bey’e muhalefet etmek adına bu Nazmiye Hanım’ın namusu üzerinden çamur atılması geldi. Kimlerdi bunlar? Kendi yandaşları da içinde tüm çirkef siyasetimiz...
Soruyorum onlara, Süleyman Bey, “Olsun, ben onutanıyorum ya” dediğinde vicdanınız sızlamadı mı? Bir ahlâk bunalımında olduğunuzu hissetmediniz mi? Bir pişmanlık duymadınız mı?
Hayır! Yüzlerine tükürsen, “gökten rahmet yağıyor” diyerek sırıtırlar.
Bu gün de siyasetimiz böyle çirkef bir şey işte.
|