Orta birde çok kalın, oku oku bitmeyen, mukavva ciltli bir tarih kitabımız vardı.
Onu okumak roman okumaya benzemiyordu. Hiç hoşlanmadım, bütünlemeye kaldım.
Arapça okuma-yazmayı bilen babam, eline geçerse yeni yazı gazete de okurdu. Yaz tatilinin bir gününde bana seslendi: “Tarih kitabını al gel!”
En baştan 5-10 yaprak tuttu, “Buradan buraya kadar öğren, akşama seni imtihan edeceğim” dedi, çıktı.
Akşam oldu, kitabı eline aldı, ilk satıra parmağını koydu, “Anlat!” komutu geldi.
Daha ağzımdan on sözcük çıkmamıştı ki, o kalın kitap kafama inip kalkmaya başladı. Sadece annemin çekingen haykırışını duyabildim: “Kafasına vura vura hiç mi anlamaz edeceksin..?”
Babam öğrenmeyi, kendi Kur’an ezberlemesi gibi biliyor,metni kitaptaki biçimiylesözcük atlamadan makine gibi tekrarlamamı istiyordu...
Tarihten nefret etmiştim;bütünlemesi, o yıldan sonraki eğitim yaşamımdahemen hiç ardımı bırakmadı.
Çok okuyan biriydim; Giderek tarihî kimliğimizide tutkuyla merak etmeye başlamıştım. İlkokul öğretmeniydim, tarihe sürgit sırtını dönemezsin ya; zorunlu olarak barışacaktım.
Önce resmî tarihin övünmeci, yazarların yüzeysel, düşmanın korkaklığı ve bizim kahramanlığımız üstüne kurulu senaryolara değer verme eğiliminde olduğunu fark ettim.
Tarih bilmiyordum ama bilimsel olmanın metodundan haberim vardı.
Türk kimdi, Ergenekon ormanındaki Türk’ün Viyana’da, Kuzey Afrika’da, Yemen çöllerinde işi neydi. Avrupa’dan Anadolu’ya nasıl sıkıştık...? Bu sorular yanıt istiyordu amaçok uzun bir süre kaynak kıtlığı çektim.
Jean-Paul Roux’nun “Türklerin Tarihi” kitabına rastladığımda ömrüm 21. Yüzyıla atlamıştı bile.
Olsun, hevesin ve merakın yaşı-başı olmaz.
Derken İlber Ortaylıile yapılan uzun bir sohbetten oluşan “Cümhuriyetin İlk Yüz Yılı” çıktı karşıma.Ama ne çıkış! O bütünleme işkenceleri sonucu zorla öğrendiğim tarih bilgimin lastiği bi güzelpatlamıştı.
Tarihçilik belki savaşların birbiri ardına sıralanıp kayda geçirilmesinden yola çıktı, ancak yetmedi. Geleceğe yön verirken geçmişin hata ve sevaplarını bilmek,Sosyal, ekonomik, politik nedenleri doğru yorumlamakönem kazandı. Karşınızdakinin tarihini bilmek de onun gelecekte ne yapabileceğinin ipuçlarını veriyordu. Böylece tarih bilimsellik kazandı.
Geçmişe sövmenin tarih olmadığını İlber Hoca’dan öğrendim.
Ulaştığım sonuç şu: Bize öğrettikleri, biraz kronoloji, çok çok kuru bir övgü ve geçmişe sövgü…“1453 yılında ne oldu; Alpaslan en büyük zaferini kaç yılında kime karşı kazandı” sorularına doğru yanıt vermek, öğrenci argosuyla inekleme ürünü bir sonucu ortaya koyar;düşünmeyi, tarih kültürünü değil.
Öykü, insanın yazıp bozarak boş zamanlarını değerlendirmek için ortaya koyduğu bir üründür. Tarih, olayları değil insanı temel alan, toplumların başına gelip onu zaman ve mekân içinde sürükleyen sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal olaylarınincelenip yorumlanması ve onlardan geleceğe dair doğru yönlendirmeler çıkaracağıbir bilimdir.
Geç oldu ama öğrendim; bi de eğitimcilerimiz öğrense! |