Biz ilçelerde ortaokulun bulunmadığı yılların tanığıyız.
Henüz lisenin adı bile bilinmiyordu. Veliler ilkokuldan sonraki ”mektep” ilçeye gelsin diye, bir müdür ve bir mühre razıydılar; ötesi ilçeden tamamlanabilirdi.
Bugün ilçelerimizdeki adlarını sayamadığımız türlü liseler bir yana, yüksekokul bölümlerimiz bile var. Atalarımız, “Nerde çokluk, orda yokluk!” demişler.
Burada, kurumlar çoğaldıkça onları yönetmede bocaladığımız vurgulanıyor ve bu doğru bir saptamadır. Çünkü okul türü ve öğrenci sayısı artınca, Millî Eğitimimiz tümüyle başarısızlığa teslim oldu.
Bu tespit bizden değil. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’na (OECD) bağlı, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PİSA)’nın, 65 ülkeden 15 yaş öğrencileri arasında yaptığı sınav sonuçlarını değerlendirmesiyle ortaya çıkıyor.
PİSA 2012 raporlarına göre bu sınavlardaki öğrenci başarımızla okuma becerilerinde 41nci; matematikte 42’nci; fen bilimlerinde de 45’nci sırada yer alabilmişiz. İlk 22 ülkeye iyi, 23-44’ncü ülkelere orta ve en gerideki 21 ülkeye zayıf dersek, okuma becerileri ve matematikteki yerimiz ortaların arka sırasında; fen bilimlerinde ise zayıflar arasındayız. Millî Eğitim Bakanımız PİSA’nın 2009 verilerine göre, son üç yıldaki 4 puanlık artış için “Önceki yıllara göre daha iyiyiz, öğretmen arkadaşlarımızı kutluyorum” demiş.
İslâm ülkelerinin en gelişmişi olan, Avrupa kapısını zorlayan güçlü Türkiye’nin eğitim başarı notu bu ölçümde ilk 33 ülkenin arasına girebilseydi biz de Milli Eğitim Bakanlığı’nı kutlardık. Notumuz 4 puan arttı da ne oldu; başımız göğe mi erdi? Ünlü-şanlı liselerimizin yetiştirdiği öğrencilerimiz, bir ekmek kapısı açacak yüksekokula, eğitimlerini dershanelerde tamamlayarak girebiliyorlar. Liselerimiz de bu durumu çaresizce seyreylemekle yetiniyorlar. Dershanenin yaptığını biz de yaparız, neyimiz eksik deyip silkinemiyorlar; mezun ettiği öğrencilerin geleceğini sahiplenemiyorlar; bir kenara sinip, kendi öğrencilerinin başarısını dershaneler üzerinden izliyorlar ve kompleks içindeler.
Acınacak durum! Aslında okul binası yapıp açan ve oraya öğretmen atayan devlet, “ben üstüme düşeni yaptım” anlayışında. Bu anlayışla eğitim görevi başarıya ulaşmış, tamamlanmış olmaz; sadece başlamış olur. İnsanın eğitimi diğer canlıların eğitimine benzemez. Çok değişken ve seçeneği giderek çoğalan zor bir iştir. Sade eğitilenler değil, eğitenler de bu zor sürecin hızına yetişmek zorundadırlar.
Millî Eğitimin Ankara’da bir Talim Terbiye Kurulu var, eğitimi programlayıp yönlendirmekten sorumlu. Ders kitaplarına artık karışamıyor, onayı tek başına Bakan verecek. Çift başlılık yaratıyormuş. Eğitim piyasasında okul kitapları üzerinden bol bol rant dedikoduları yapılıyor.
Bir yerde rant öndeyse, hemen arkasından bozulma gelir. |