70’li
yılların başında Akçaabat lisesinde öğretmendim.
Bir sabah
erken çarşıya indiğimde, yaşamımda ilk kez duvar yazılarını gördüm:
“Tanrı
Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız” ve benzerleri...
Milliyetçilik ve İslâmî motifler çokça
vurgulanmıştı.
Bu yazılarda
kabadayılık, korku salma, yıldırma, küçük görme, üstün sınıf yaratma, meydan okuma ve her şey vardı.
Politika
duvarlara inmiş mi desem, tırmanmış mı desem; aklım karma karışık. Kısaca buz
gibi oldum.
Dönemin
siyasi liderlerinin Ecevit, Erbakan ve Türkeş olduğunu eklemeliyim.
Gece
duvarlara yazan gençlerin arasında bizim öğrencimizin bulunmaması mümkün müydü?
Okulun en
yaşlı ve deneyimli öğretmeniydim. Öğrencilerle iletişimim iyiydi.
Ülkenin
tutulduğu ayrışma hastalığının ateşi bizim gençlerde de yükselmeye başlamıştı. Onlara
yardım etmem, bilmedikleri ya da hesaba katmadıkları bir şeylerden söz etmem
gerektiğini düşündüm.
Ogün altı
saat dersim vardı. Gün bu gündü; hemen, sıcağı sıcağına çocuklarımıza onların
deli fişekliğini törpüleyecek, akla davet edecek bir şeyler söylemeliydim.
Söyledim
de!
“Başkalarının
sizi mal gibi gütmelerine izin vermeyin. Verilen bilgiye kuşkuyla bakın. Her
söylenilenin doğru olduğunu nereden biliyorsunuz? Doğruyu kendiniz arayın,
bulun, karşılaştırın ve sorgulayın.”
“Din
düşmanlık için değil, kendi türümüze ve dışımızdaki her canlıya karşı
merhametli olmamızı sağlamak için gönderilmiştir!”
“Milliyetçilik
ve ırkçılık kavramlarının kulaklarınıza fısıldandığından ibaret olduğuna hemen
inanmayın. Kendiniz araştırın, birkaç yazardan okuyun, bu bilgiye kendi çabanızla
sahip olun. O konularda sizin de söyleyeceğiniz bir şeyler bulunsun...”
“Ucu
“Cumhuriyet” rejimine dokunan siyasete karşı çıkın.”
“İnsanlık diye bir kavram var. Bu, hayvanlar ve bitkilerle olan farkımızı ortaya
koymak için değil, ahlâkî
anlamda kullanılmıştır. Ne olursa olsun insan olun ve bunu savunun.”
“Ve
unutmayın, siyaset lâf yarıştırmak değil hizmet üretmek içindir...”
“Acele etmeyin, üniversite bitsin, bilgileriniz
olgunlaşsın. Sizi başkaları güdüp yönlendirmesin. Kendi ayağınızla yürüyün, yönünüzü
kendi aklınızla bulun...”
“Ondan
sonra yurdumuzun yasal partilerinden hangisini arzu ederseniz orada aktif görev
alın ya da oyunuzu, kendi iradenizle, demokrasiden yana bildiğiniz partiye verin...”
6 saat
bunları tekrarladım.
Olayın
üstünden 4-5 yıl geçmiş, ben o vaazımı çoktan unutmuştum ki; Erzurum’da
üniversiteyi bitirmiş iki eski öğrencimden mektuplar aldım.
Akçaabat
lisesinde kendilerine o gün verdiğim siyasi tavır dersinde öğrendiklerini hatırlatarak
üniversiteyi başları ağrımadan bitirdiklerini yazıyorlar ve bana teşekkür
ediyorlardı.
Evet,
Milli Eğitim’in altı saat dersini çaldım ama kim bilir kaç öğrencimde de politik ahlâk farkındalığı oluşturdum.
Bugün çok
ihtiyaç duyup da bulamadığımız şey.
|