Eğitimci olmayıp aklının dikine giden birileri tarafından, öğrencinin eğitime başlama yaşının 7’den 5’e çekilmesini izleyen ilk eğitim yılını geride bıraktık.
Çocuklar yaz tatilindeler, ama sonuçların tartışılması sürüyor ve bitecek gibi de görünmüyor.
Öğretmenlik yaşamında ilk okuma ve yazma sınıflarında da zevkli deneyimler yaşamış biri olarak, daha önce yayınlanmış bir yazımda şunu sormuşum:
“Bakan Nabi Avcı bir soru önergesine verdiği yanıtta, Ankara ili genelinde 5 yaşında okula başlatılan, fakat daha işin başında hem velinin hem de öğretmenin isteği ile okuldan geri alınan bebek öğrenci sayısının 1174 olduğunu söylemiş.”
“Acaba tüm ülkedeki rakamı milletin gözü korkmasın diye mi açıklamadı?”
Halk boşuna, “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” demez.
Bu sakat uygulamaya ta başta çok karşı çıkıldı, 5 hattâ 6 yaş çok erken denildi. 80 yıldan fazladır deneniyor; 7 yaşına girmiş ya da girmek üzere olan çocuğun ilkokula alınması idealdir denildi. Fakat karşı taraf, “inadım inat, adım Kel Murat” dedi, direndi.
Ve yılsonu geldiğinde yurt çapındaki birinci sınıf çocuklarının beşte dördünün okuma-yazmayı kavrama şöyle dursun, okula gelme nedenlerini bile anlayamamış oldukları saptandı.
Şimdi bu harika sonucun yaratıcılarına muhatap olabilsem şunları sormak isterdim: Çok acı, acıdan da acı bir deneyim yaşadığınızın ve yaşattığınızın farkında mısınız? İki yıllarını çaldığınız bu bebeklerin günahını nasıl ödemeyi düşünürsünüz? Cumhuriyet Türkiye’sinin 1 yüzyıla yakın sürmüş başarılı bir eğitim deneyimini mahvetmek dînen mubah mıdır..?
Benim ilk yıl başarısındaki ölçüm şudur: Akşam okuldan çıktıktan sonra yalnız başına, şaşırmadan evine ulaşabilen çocuk okuma-yazmayı söker.
Denemeyle sabittir, kırktan fazla öğrencinin yarısı, daha ocak ayında okuyup yazıyorlar ve öğretmenin başarılı öğrencilerle de işbirliği yapması sonunda, hep birlikte, güle oynaya, hiç zorlanmadan nisan ayında % 100 başarı yakalanıyor.
Şimdinin acı gerçeğine tekrar dönelim:
Türkiye’nin ilk okuma-yazma öğrencilerinin 5’te 4’ü yılsonunda okuma- yazma öğrenememiş.
Nedeni! Pedagojik yetersizlerin yukarıdan dayatıp çocukları kobay yapmasıdır.
Bu utanılacak durum resmen açıklandı. Hadi hep birlikte bu ayıba katlandık, harakiri yapılmasını, görevin bırakılmasını ummuyoruz; hiç olmazsa çocuklardan, öğretmenlerden, velilerden bir özür dilenmeli değil miydi?
Bebelerin okul düşünü ve ruhlarını kararttınız, onları sakat ettiniz.
***
Beyler, bu bebeler kurtarılmalıdır!
Şimdi sorgulanması gereken şu: Bir hırsın, öğrenciyi ve öğretmeni son derece yaşamsal bir konuda başarısızlığa itmesinin oluşturduğu yara nasıl iyileştirilecek?
Okuma-yazma uygarlığın temel koşuludur ve canlılar arasında sadece insanların becerebildiği bir üstünlüktür.
Yavrular başkasının kurbanı olarak bu becerilerden yoksun mu kalsınlar? Bu sorunun yanıtı aranmalıdır.
Çare var, kaybolan sadece birinci yıldır, Daha okul bitmedi; ikinci, yetmezse üçüncü sınıf da okuma-yazma öğrenme sınıflarıdır.
Psikologların da yardımı alınarak ve seviye ya da yaş gurupları oluşturarak, bu çocuklar okuma-yazma öğrenebilirler.